18 Ekim 2010 Pazartesi

Mal seyirci

Dün Spartacus dizisi bitti cnbce kanalında. Zaten intörnetten indirdiğim ve önceden izlediğim bir mevzuyu izledim. İşte iki gladyatör toparlanıp uzun gladyötere dalıyorlar filan filan. Bölümün sonlarına doğru gördük ki bu amarigan filmlerinde ringde, arenada dövüş izleyen seyirci profili mal ötesi. Hemen akabinde "cnbce'nin kendi dizilerini zikmesi" politikasının bir aktivitesi olarak e2'de de yine aynı bölüm başladı. Tekrar aynı mal topluluğunu, malafat kokteylini izleme fırsatım oldu.


Şimdi Spartaküs'le Crixus benden bile yarım metre uzun olan bir abiyle ikiye bir kapışacaklar. Önceki maçta Spartaküs ölmedi diye bu ipneler güruhu maçın girişinde Spartaküs anons edilince yuhalıyorlar. Crixus geliyor sevgi gösterisi yapıyollar filan. bu ikisi yanyana yarmaya karşı kapışacaklar. Sen birini alkışlayıp birini yuhalıyorsun; gayet mantıksız.

Neyse efenim, bu yarma abi Crixus'un ağzını burnunu kırıyor, her tarafını kesip doğruyor. Akabinde de Spartaküs abimiz yarmayı diziyi sevenleri coştura coştura, kafasını vicudundan ayırmak suretiyle öldürüyor.

Arenayı dolduran, hepsinin IQ'sunu toplasak beş rakamına ulaşamayacağımız binlerce insan napıyor biliyor musunuz? Kollarından tutulup sürüklenerek götürülen Crixus'a üzülen yok ipnelerden. Bu sefer maçın başında, üstüne taş maş attıkları Spartaküs'e tezahürat yapıyorlar filan. Bir de böyle tempo tutup "spaatıkıs ... spaatıkıs" diyorlar. Ulan Allah belanızı versin kaypak ibneler, karaktersiz yavşaklar.

Rocky 4'te de vardı bu en aklıma gelen. Nerde bir ringli, arenalı film varsa vardır kesin. Belki Benhur gibi eski filmlerde yoktur. Neyse işte böyle karaktersiz olmamak lazım.

15 Ekim 2010 Cuma

Fakyu - 03


Geçen gün dehşetcengiz arabamla çıkmayıp toplu taşıma ile doğrudan müşteriye gidecektim ki bir sığırın kullandığı bir halk otobüsünde şöyle bir muhabbete denk geldim. Durakta ben bindikten sonra çok yaşlı bir amca kapıya doğru geldi ve "Okmeydanı Hastanesi'nden geçer mi" diye sordu. Şoför olan hayvan da gayet kaba bir şekilde "Geçmez geçmez, 41AT geçer ordan" diye bağırdı amcaya.

Sorun şu; bu ayının sürdüğü otobüs 522B hattında ve amcanın istediği yere sadece 41AT değil 522 gidiyor. 41AT, 522'ye göre daha seyrek seferleri olan bir hat. Ama bu sikko, 522 ile 522B arası birşey mi var ne var anlamadım ama amcaya daha seyrek geçen hattı tavsiye ediyor. Bu denyo şoför de hastaneden geçen otobüsü amcaya söyleyip azıcık yardımcı olmak yerine doğrudan bu yolu seçmiş bulunuyordu. Gidip "Niye bağırıyorsun adama, sen hastaneden geçen otobüsü bilmiyor musun, adam gibi yardımcı olsana" dedim. "Noldu abi ya" deyince de "Bırak ya, başlarım şimdi sana da abine de" diyerek indim şoförü boktan vücuda getirilmiş olan ve sanırım bu yüzden bok kokan otobüsten. Zira sığır dayanışması yapıp bana dalabilirlerdi de.

Amcanın yanına gidip haberim yokmuş gibilerinden nereye gideceğini sordum, otobüs gelene kadar onunla bekledim, 522 geldi tabi önce, amca bindi ben de gittim ufaktan müşteriye.

9 Ekim 2010 Cumartesi

Yuh

Abi siz nasıl yalancı adamlarsınız ya. Çocuk ne demiş koydukları başlığa bak ya. Haberin linki birkaç bin kere daha fazla tıklansın diye yaptıkları ipneliğe bak. Cımbızla çekmişler; "milli marşlar okunurken maça konsantre olup maçı düşüneceğim" demiş, burdan çıkardıkları başlığa bak. 8 kelime söylemiş, 4 kelime yazmışlar biri Mesut'a ait olmayan. Bir de tırnak içinde yazmışlar sanki alıntıymış gibi. Yazıklar olsun Milliyet sana.

Haberin webdeki hali ve webdeki metnide aşağıda:


‘İSTİKLAL MARŞI’NDA MAÇI DÜŞÜNECEĞİM’
Almanya'da futbol oynayan Türk asıllı oyuncu Mesut Özil, gol atınca tepki vereceğini belirtti, bu forma altında oynamaktan gurur duyduğunu söyledi.

Genç futbolcu, "Yenmek için her şeyi yapacağız. Türk Milli Takımı’ndaki bazı oyuncularla iletişimdeyim. Onlarla oynamaktan mutluluk duyarım. 3. nesil bir Türküm. Almanya’da doğdum ve büyüdüm. Almanya için oynamaktan gurur duyuyorum. Başka milli takımda oynamak benim için sözkonusu değildi" dedi.
Alman Milli Takımı’nda herkesin kendisine destek olduğunu belirten Mesut, maçta gol atması durumunda sevinç yaşayıp, yaşamayacağı ile ilgili soruya, "Gol atarsam, tabii ki aniden tepki vereceğim. Bakalım" yanıtını verdi.
Milli marşlar okunurken, nasıl davranacağının sorulması üzerine de Mesut, "Milli marşlar okunurken, maça konsantre olup, maçı düşüneceğim" diye konuştu.
Mesut, bir gazetecinin, "Alman Milli Takımı’nı değil de Türk Milli Takımı’nı seçseydin, Real Madrid’de oynayabilir miydin?" sorusuna ise, "Hiç düşünmedim. Dünya Kupası’ndaki oyunum Real Madrid’de oynamamı sağladı" diyerek cevap verdi.

8 Ekim 2010 Cuma

Doğum günü


Tamamen geyik bir yazıyla daha karşınızdayız arkadaşlar. Bunu niye buraya koyuyorum. Feysbukta filan siyah yazıların olduğu hali var. Ama bence esas hali aşağıdaki gibi olmalı.

Evin telefonu sabaha karşı üç buçukta çaldı. Uyku sersemi adam telefonu açtı. Telefondaki ses annesine aitti. Çok telaşlandı, korktu başlarına bir şey mi gelmişti? Kalbi her evladın başına gelebileceği gibi pır pır atmaya başlamıştı.

Annesi 'Nasılsın oğlum iyi misin?' diye sordu.

Oğlu şaşkın bir ifadeyle telaşında etkisiyle tabi, çocukcağız annesini düşünüyor 'İyiyim anne hayırdır bir şey mi oldu siz iyi misiniz?' dedi.

'Biz iyiyiz bir şeyimiz yok sadece sesini duymak istedim' dedi anne.

Oğlu da az önceki telaşlanan hallerinin tamamen hikaye olduğunu gösterecek şekilde 'Anne bunun için mi aradın saat sabahın üç buçuğu yarında konuşabilirdik' dedi.

Annesi de "ne oldu benim angut oğlum" demektense 'Rahatsız mı ettim oğlum?' dedi.

Oğlu da öküzlüğünden zerre taviz vermeyerek telefondaki kadının çocuğu olmadığını ispatlamaya çalışırcasına 'Evet anne, biraz öyle oldu' dedi.

Anne de böyle denyo bir çocuğa davranması gerektiği gibi davrandı ve '30 sene önce sen de beni bu saatte rahatsız etmiştin, doğum günün kutlu olsun' diyerek telefonu kapattı.

Teyze biraz çakmış evet, ama böyle bir sığırı ne yapsın, mezbahaya mı satsın, sıfırdan anaokuluna mı yazdırsın. Napsın abi ya değil mi?

7 Ekim 2010 Perşembe

Kanser hakkında


Çağımızın hastalığı, sinsi ve bir o kadar da yauşak bir hastalık olan kanserle ilgili geçen -geçen derken dün- bir yazı okudum Habertürk web sitesinde. bu yazı zebellah kadar uzun fakat okunması gereken önerileri var. bu önerilere dikkat edersek kanseri büyük ölçüde önleyebilirmişiz. Bu yazıyı kopi pest yapmak istemedim. Aslında isterdim fekat kendi edebi dilimle size aktarırsam daha iyi olacağı kanaatine vardım. Lütfen artislik yapmadan dinleyiniz.

1 - Normal, sağlıklı bir kiloda olabildiğince ince kalmaya çalışın demişler. İnsanlar 21 yaşından sonra kilo almaya başlar ve bunu veremezlermiş. Zaten bu yaşı 15 yıl geçip de hala kilo almayan bir tek bizim su balesi gurubundan Tunç var. normal kiloda kalmak sadece kanser değil, birçok hastalığa karşı bizi koruyacak bir olaymış. bunu ben yaşayarak öğrendim zira 6-7 kio verince fıtıksal ağrılarım baya azaldı. Sözün özü ayı gibi yemeyin kilonuza dikkat edin lan. Dünyanın proteinini, karbonhidratını boşuna vücüdunuzda tutmayın.

2- Fiziksel aktiviteler kansere karşı koruyucuymuş. İşten veya okuldan eve gittiğinizde öyle mal gibi televizyon karşısına ya da internet başına oturmayın diyor. Koltukların kıçınızın şeklini almasındansa kıçınızı kaldırıp iki tur atın semtinizde.

3- Fast food’u nadir olarak tüketin demiş ama bu konuda bence kendinize sayı belirleyin. Örneğin ben haftada maksimum 2 tane kutu asitli içecek içiyorum, ik haftada bir Cük Damılts veya Zurger Kink hakkım var filan. Bu yiyecekler işlemden geçtiğinden fena kalori içeriyorlarmış. Bunları çok yemeyin, "ama abi çok lezzetli" filan diyenin kalbini kırarım bak.

4- Bol bol bitkisel gıdalar yiyin kısmına katıldığım dördüncü maddenin kalanı biraz coşarak gitmiş. Demişler ki "Nişastalı (makarna, patates, mısır, bezelye, bal kabağı, pirinç, ekmek, kuru fasülye, nohut) olmayan sebze ve meyve tüketiminiz günde en az 600 gram olmalı. Günde en az 5 porsiyon (en az 400 gram) nişastalı olmayan sebze ve meyve yiyin. - Her yemekte işlenmemiş tahıl ve baklagil tüketmeye çalışın." Biraz bokunu çıkarmışlar sanki, Günde en az 800 gram havyar yiyin.

5- Kırmızı et tüketimini azaltın ve işlenmiş etlerden kaçının, kırmızı eti haftada 300 gramdan fazla tüketmeyin. Bu kurala ülkemiz şartlarında uymak çok zor değil zaten değil mi dostlar. Et besinsel açıdan çok güçlü bir yiyecekmiş, protein, çinko demir, B12 vitamini içerir. Gelgelelim vejeteryanlarda birçok kanser türünün daha az göründüğü gibi bir gerçek varmış efenim. iki ucu boklu değnek yani, ortasından tutun.

6- Alkole sınır koyun. Ağzınızla için şu mereti. Bazı kanserleri tetikliyormuş ama ölçülü alkol tüketimi koroner kalp hastalıkları riskini önemli ölçüde azaltıyormuş. alın size bir başka değnek daha. Hiç tüketmeyen yeşilaycılar için sorun yok tabi de, diğer tayfanın dikkatli gitmesi gerekiyor.

7 - Tuzu azaltın ve peynir örnekleri gibi küflü yiyeceklerden kaçının. Kesin değil ama hazırlama ve koruma yöntemlerinde tuz kullanılan yiyecekler mide kanserine neden olabiliyormuş. Bir de sıcak havalarda uzun süre naylon torbada kalmış kuruyemişlerde aflatoksin ürüyor. İhtiyacınızdan fazla tahıl ve kuruyemiş almayın.

8- Bu garip ama önemli bir madde: Tüm besin ihtiyacını sadece yediklerinizden, içtiklerinizden sağlamaya çalışın. Azıcık hasta olduğunuzda vitaminlere vs.lere atlamayın. Ya da genel olarak yardımcı olan diğer hapsali, ilaçsal şeylerden kaçının demişler. 2010 yılında asprin bile içmemiş bir adam olarak gayet memnunum bu huyumdan. Nezle, grip gibi hastalıklardan da ilaçsız çıkmaya çalışıyorum ben. Çoğu zaman çıkıyorum. Belki de 3 günde kurtulacakken 5 günde kurtuluyorum ama çok şükür bu sayede zebellah gibi bir adam oldum çıktım.

Bu sene yengemi kanserden kaybettik ve o kadar çok kanser tanıdığımdan kansere dair şeyler duydum ki burda bulunsun istedim internette görünce. Aman dikkat edin siz de. Durumunuz iyiyse yılda iki çekap yaptırın filan ne bileyim uyumayın oğlum.

6 Ekim 2010 Çarşamba

Sinek


Geçen pazar gecesi hangi deli beni dürttüyse oturdum sabaha kadar Spartaküs'ü seyrettim. İnternetten indirilmiş yüksek çözünürlükte versiyonlarını izlediğimden bol bol kan, götella ve et gördüm. Doğranan abiler vs. Bu başlı başına ayrı bir yazı konusu olsun. Esas ayrıntı başka çünkü.

Saat ilerledikçe planlar sapıtıyordu önce dedim ki sabahlarım artık battı balık hesabı, sonra dedim şu bölümden sonra yatiiim bari bir saat, sonra dedim ki izleyeyim sonuna kadar akabinde duş alıp işe gideyim vs vs. En sonunda da 06:43'te saati 07:15'e kurarak yattım. Hemen uykuya dalarsam 32 dakika uyuyabilecektim planlarıma göre. 07:15'te saat öttüğünde duşu iptal ederek, saati ileriye kurarak, uykunun yeryüzündeki en güzel olay olduğunu bir kez daha hatırlayarak tekrar yattım ve teorik uyuma süresini 92 dakikaya çıkarttım.

Esas ayrıntı ise bir adet sinek. Uzandım geziyor etrafımda, vız vız, kafama kondu iki kez elimi salladım filan, sonra pikeyi kafama sardım sadece yüzümü dışarda bıraktım. yüzüme kondu ipnetor. Pikenin altına girdim, terlemeye yüz tutunca çıktım. Hala vız vız dolanıyor. Velhasılı kelam 92 dakikalık bir iyi sayılabilecek uyku dilimini bana haram etti bu yauşak. Neyse efenim, intikam almaya yemin ettim ben.

Saat 08:15'te alarm öttüğünde -içimden küfrederek- derhal kalkıp perdeyi açtım. Banyoya gidip traş oldum ve odaya geri geldim, angut sinek yapışmış pencereye dışarı çıkmaya çalışıyordu. Bir peçeteyle yakaladım kendisini. Peçeteyi kendime doğru çevirdiğimde ayaklarını oynatıyordu bu ufak tipteki lavuk. Parmaklarımla yaklaşık dört bin paund'luk bir güç uygulayarak sineği peçetenin içinde yüzeye yaydım. Bir daha, bir daha bastım; hırsımdan dişlerim bile gıcırdadı. Evden çıkarken ayakkabıyı bağladığımda bağcıkları koparıp cırt cırtlı bişey giymek zorunda kaldım filan. Yolda, trawmayda vesaire hırsım geçmedi. Belki de o yüzden milleti dövesim geldi o kadar.

Yazı da nerden nereye geldi anasını satiim.

4 Ekim 2010 Pazartesi

Tramvay

Bugün Fındıklı'daki bir müşteriye gitmek için tek vesayit gidebileceğimden ötürü gayet mantıklı bir şekilde trawmayla yolculuk edeyim dedim. Etmez olaydım. Arka arkaya dört tane tramvaya binemedim. Gelene de istif edilecek şekilde binebildim. Balık konservesi gibiydik ahaliyle. Ortamın sıkışıklığını anlatmaya sıfatlar yetmiyor. Tutunmadan gidebiliyorduk diyeyim siz anlayın.

Kavga, dövüş, fort çabaları. O kadar dövülecek adam varki şu İstanbul'da. Biraz radikal bir adam olsam sopayla dalacağım en az 20 - 30 adam vardı bugün tramvayda.

Sabah kalkmışsın, duşunu almışsın, traş temiz, prezentabilite dorukta, tek bir vasıtayla rahat rahat işine gitme hayalindesin. Sadece 10 adet dakika geçiyor; içinden "Burdan 20-30 adamı rahat silkelemek lazım", "Tabancam olsa yarısını şutlarım bunların" diyecek raddeye geliyorsun. Enteresan ya şu travmay.

3 Ekim 2010 Pazar

Halısaha Maçlarım - 3 (26 Eylül)

Evet sevgili dostlar; "sen de ne iğrenç bir adam çıktın ulen Kamil" dediğinizi duyar gibiyim ama yapacak çok birşey yok ne yazık ki. Geçen ay yaptığım son maçı da size aktarıp, tekrar anektotlar da aktararak doğal ritmime dönmek istiyorum blog kariyerimde.

Bir önce bahsettiğim dehşetcengiz maçtan sonra hemşosiporla bir maça daha çıktım. Zira su balesi ekibi bu hafta maç almamıştı. Neyse efenim çok ayrıntı verip kafa şişirmeyeceğim bu maçla ilgili. 12-9 yenildik anasını satiiim. Bizim hemşo gurubunda top yapabilen adamlar belli; benim gibi yapamayan kamiller de belli. Kadroyu yapan dangoz Serhat bu top yapan adamların 4 tanesini rakibe vermişti. Sadece kendisi ile birlikte 2 kişi vardı bizim takımda top yapabilen.

Top yapabilmek dikiş makinesinden sıfırdan bir topu üretmek manasına gelmiyor tabiki. topu sürüp adam geçebilen, saklayabilen adamları kastediyorum Ömer Süründür hesabı.

Neyse efenim bu maçta da 1 adet golümü attım ama rakip bize göre daha iyi fitbolcülerden kurulu olduğundan götella olmaktan kurtulamadık. Kendimizi yırtıp 4-4 yapıyoruz biz; onlar kendilerini hiç yormadan 6-4 yapıyorlar işte. Neyse işte arkadaşlar, aldık mağlubiyetimizi oturduk yerimize.

1 Ekim 2010 Cuma

Halısaha Maçlarım - 2 (19 Eylül)

Ayın ikinci maçını bizim Türk Su Balesi Koruma ve Yaşatma Derneği'nden dangozlarla yaptım. Beş yüz maç aradan sonra gol attım. Bahsi geçen maçı Beşiktaş Muratpaşa tesislerinde oynadık ve uzun bir aradan sonra iyi oynadığım bir maç oldu. Güçlü bir kadroyla başladığımız maçta ilk dakikalarda öne geçtik ve üstünlüğümüzü maç sonuna kadar koruduk 7-2 yendik rakip kardişlerimizi. (Onlar 7-2 yenseydi, yendi bizi ipnetorlar olacaktı ama neyse.)

Bu maçta iki adet gol atıp iki adet de asist yaptım. Bu benim için gayet iyi bir istatistik zira önceki maçlarda fıtıkıma rağmen iyi koşup yer yer iyi paslar atabilmeme rağmen çok içime sindiremiyordum yaptıklarımı. Gelgelelim bu maç milat gibi birşey oldu. 3 Ekim'de aynı ekiple bir maç daha yapacağız ve büyük ihtimalle bu maçta bacağımı elime alıp höt gibi oynayacağım.

İkinci golüm

Neyse efendim, bu maçta bir kişiyi geçtikten sonra topu kaybetmek üzereyken can havliyle ayağımın burnuyla yaptığım yavaş sayılabilecek vuruşu sevgili kardeşim Gökhan içeri aldı. Bu takımın ikinci golüydü ki harbiden yanılmıyorsam son 6-7 halısaha maçımda attığım ilk goldü. Dolayısıyla bana bir güven geldi ve daha çok top kullanmaya filan çalıştım. Bencillik fazla yapmadım zira takımda 3 tane süperstar modunda oynayıp çok pas vermeyen kamil vardı. Neyse ki bu bireysel oyun çok yüksek dozda değildi; arkadaşlara iki bağırıp küfredince pas veriyorlardı.

İkinci golüm ise büyük ihtimalle önümüzdeki 3-4 yıl atamayacağım türdendi. Ben bize göre sol kanat çizgisindeydim ve önümde ileriye koşan Murat vardı. Beni kollayan arkadaş pas atacağımı düşündüğünden Murat'ın tarafını kollamaktaydı. Ben de topu sağıma çekip bir iki adımdan sonra sağ ayakla (zaten solumu sadece koşmak için kullanıyorum) şutu gönderdim. Sonradan konuştuğumuz üzere kaledeki Cengiz kardeşimin auta çıkacak diye bıraktığı top doksandan gol oluvermişti.

Maçtaki arkadaşları tehdit ve gözdağı ile korkutarak ikinci golümün günler boyunca muhabbetten kusası gelen kız arkadaşlara bile anlatılmasını sağladım. Ama birkaç ortamda da artık imana gelip önümüzdeki birkaç yıl bir daha böyle bir gol atamayacağımı kabul ettim. Hayırlısı artık.

Sözün özü çalım atabildiğim, top kesebildiğim, iyi paslar atabildiğim ve gol de atabildiğim bir maç oldu. Helal olsun bana.

Halısaha Maçlarım - 1 (10 Eylül)

Geçen Eylül ayı içinde üç adet maç ettim. Sırasıyla ayrı anektodlarla neler yaptım neler ettim anlaticiiiiiim. Çünkü halısaha bir Türk erkeğinin en zayıf noktasıdır.

İlkini ayın onunda bizim hemşolarla ettik. Bundan önceki yaklaşık 1400 maçtaki gibi adeta bal yapmayan arı gibi oynadım. Sıfır gol, sıfır asist, iki top çalma ve dört bin top kaybı. Üst üste doksan beşinci maçımda da gol atamadım. Sayıları biraz abartmış olabilirim tabi ama oldukça verimsizdim. Daha doğrusu hiç içime sinmedi. Bunun sebebi sanırım kenarda hemşolardan yaklaşık yirmiye yakın arkadaşın bizi seyretmesiydi. Bu gibi durumlarda üzerimde baskı hissediyorum sanırım. Ya da olayı buna yıkıp kaçmaya çalışıyor da olabilirim.

Aklımda kalan çok şey yok o maça dair. Lanet, yenildiğimiz, fark yediğimiz bir maçtı işte. Bu ekiple üçüncü maçına çıkan yeğenim ilk golünü attı, çok sevindi. Son 13 yılda -burda sayıyı abartmıyorum- sanırım üçüncü kez bir maçta yere düştüm. Beni düşüren Metin abi de "Kendim takıldın düştün ben naptım" dedi. Faulle karışık sağlam bir dalmam lazım kendisine sanırım.