27 Ocak 2011 Perşembe

Tarihe yön veren apaçiler


Yetenekleri birbirine yakın ama yıllar içinde biri daha iyi çalışma ortamı bulabilmiş olan iki futbulcu. Biri Real Madrid'de diğeri Beşiktaş'ta şimdi. Ama içlerinde o karşı konulmaz, dehşetengiz apaçilik ruhu aynı. Canlarım benim.

20 Ocak 2011 Perşembe

Güzel İsimli Fitbolcüler - 1

Peter Schmeichel - Pitır Şımaykıl
(Üst kale direğinin yerden yüksekliği 2 metre 44 santimetredir.)

19 Ocak 2011 Çarşamba

Yeni Spartacus belli oldu

Spartacus Blood and Sand dizisinde Spartacus'ü canlandıran Andy Whitfield diziden tekrar hastalanıp ayrıldıktan sonra yeni Spartacus için arayışlar vardı.

Bir ara ikinci sezonda Batiatus'un gladyatör okulunun öncesinin anlatılacağından bahsedildiğini duymuştum. Whitfield iyileşince kaldığı yerden devam edecekti dizi diyorlardı.

Ama yeni sezondaki Spartacus Liam Mcintyre oldu. 1982 doğumlu olan oyuncu daha önce ses getiren büyük bir yapımda yer almamış. Ama role talip olduğunu açıklayan Prison Break dizisinin başrolündeki Wenworth Miller adındaki göre daha yakışmış tip olarak.

17 Ocak 2011 Pazartesi

Askıya alma, komple bırak takımı

Eleştiriye tahammülsüzlüğü biliyorduk, başbakana yağcılık yapma yarışlarını da biliyorduk ama "ay em fırom yuhayo" demek istiyorum sevgili seyirciler. 23 Nisan'da 15-20 dakikalığına devlet büyüklerinin koltuğuna oturan çocuklar kadar konuşamayan TOKİ'nin başındaki işgüzar insan öyle konuşadursun, başbakanımıza yaranacağım diye konuşsun saçmasapan, pompalasın şöyle destek oldu böyle etti diye, gazı versin seyirciye sen buna bakma duyma da başbakanımıza yaranmaya çalış.

Askıya alma taraftarlığını sevgili bakanım, temelli bırak Galatasaray'ı. Sen hiçbir takımı tutma.

Artık tapuyu vermezler, verseler yol yapmazlar, yapsalar elektriği keserler. Zaytung aç kalacak vallahi billahi.

12 Ocak 2011 Çarşamba

Metin gitti mi?

Metin öleli yıllar oldu. Kendisnin resmini değil de annesinin resmin koymak gereğini hissettim. Zaten 4-5 tane resmi var Metin'in. Annesinin bakışları o kadar mahzun ki, gerçekten yazık. Sadece mensubu olduğu gazete ve/veya kürt olması yüzünden dövülerek öldürüldü Metin. Gazeteci Metin dövülerek öldürüldü, gazeteci olmayan sıradan vatandaşları bir düşünün. Polisimizin öğrenciye, memura, işçiye; düzende kendisiyle alakalı herhangi birşeye itiraz eden herhangi bir kitleye; bürokrat eleştirmeye çalışan insanlara tavrı hep böyleydi zaten.

Napıyorsun abi, niye ya. Ne hakla öldürüyorsun, kim veriyor sana bu pervasızlığı ki? 28 yaşına nasıl geldi o çocuk, ne şartlarda büyüdü, ne zorluklarla, hangi okulları bitirdi, nasıl bir insandı haberin var mı, nasıl bir evlattı, nasıl gülerdi, neye ağlardı, manitası var mıydı, o gün eve varabilseydi ne yapmayı hesap etmişti, 40 yaşında ne yapmak isterdi. Senin gibi bir insadı o memur bey kardeşim ya, senin gibi, benim gibi. Neyin etiketi vardı bu çocuğun üstünde ya. Bir tane adamı döve döve öldürdünüz, kimbilir kaç kişi. Fotoğraf makineli bir tane adama; makineli tüfekli, tabancalı bir sürü adam dalmanıza sebep neydi abi. Valla aklım almıyor ya. Katil olsa ne olur ki. Hoş katiller çıkıyor güzel güzel.

Bir de duvardan düşmüş dememişler miydi, ah Allahım ya. bunu kim yer diyor insan ama bu kadar denyo bir laf salatasını yedik işte 70 milyon.


metin'in kafasında bir darp var
polis karakolundan morga kadar
mosmor
bir darbe var
yüreğimizde beynimizde
soruyor bir işaret fişeği
biz ölerek mi yaşamayı
öğreneceğiz hâlâ...

Can Yücel

Into the West

Her Name is Calla - The Union Into the West

Into the West
Into the Union
When my heart stops in my chest
Heaven, I've been coming for you
I've been loving you
Someone sing me my last song
Sing me into the next life

Dinleyin

10 Ocak 2011 Pazartesi

90 bin insan

Hürriyet'in internet sitesinde yer alan bir habere göre bazı devlet büyüklerimizin katıldığı bir anma töreni olmuş Kars'ta. Törende yıllar önce Sarıkamış'ta yazlık kıyafetlerle sefere gitmeye çalışırken ölen 90 bin şehit askerimiz anılmış. Burada da dışişleri bakanımız Ahmet Davutoğlu “Gerekirse bir 90 bin şehit için daha and içtik; bedenimizde can, dizimizde derman kalmayana kadar bu vatan için mücadele edeceğiz” demiş.

Tamamen oraya o askerleri gönderen komutanın hatasıyla öldü bu kadar asker. Tamamen bir yönetim hatası yani. Siz de diyorsunuz ki gerekirse bir daha veririz o kadar şehidi. Milli duygularla alınmış gazla konuya girmiş bakanımız ama konunun nereye gittiğinin farkında değil. Gerekirse diye bir şey yok. İnsanları yöneten insanlar doğru karar vermek, bir karar verirken en ince ayrıntıya kadar düşünmek zorundalar. Sen 90 bin askeri öldürerek mi öğreneceksin yazlık kıyafetlerle askerlerini Kars'ın soğuğuna göndermeyeceğini. Öğrenelicek herhangi bir şeyin 90 bin askerin ölümü gibi bir bedeli olmamalı. Bir de gerekirse veririz diyor, oluruz demiyor ya o da ayrı bir sorun zaten. Yüksek düzeyde tanıdığı olan herhangi bir kardeşimiz şehadet riskinin en uzağında yapabiliyor zaten askerliğini.

Gerekirse 90 bin şehit verilir tabi vatan için. Ama b.k yoluna da gitmemeli ya insanlar.

8 Ocak 2011 Cumartesi

Gönül Nikahı

İsmail YK bir tarafa ne denk gelirse dinleyen bir kişiyim ben sevgili dostlar. Sağlam bir arabesk kültürüm de var, ama ne biliim işte çok bilinmeyen yabancı grupları da bulup dinlemeyi de çok seviyorum. Yani Gogol bordello dinliyorum bu aralar, ama üstüste dinleyip sıkılınca Müslüm açıyorum filan.

Arabesk kanadında birsürü insanı dinledim, dinliyorum. Eski dönemde yaptıkları müziğe bakıldığında Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay ve Müslüm Gürses'in birbirinden çok farklı tatları var. Örneğin şarkıların düzenlemeleri çok farklı birinde. Babaların şarkıları söyleyiş biçimi bile çok başka birbirlerinden. Orhan baba sanki birşey öğretir adama, Ferdi (abi diyelim) ağlar gibi okur, Müslüm babanın ise sesinde "Bıktım ulan yeter aq" diyen bir trip vardır. Bu söylediğim farkları görebilmeniz için size 3 farklı şarkı önereyim:

Orhan Gencebay - Meyhaneci
Ferdi Tayfur - Hoşçakal Leyla
Müslüm Gürses - Gönül Nikahı

Bu üç şarkıdan Gönül Nikahı ile ilgili bişeyler yazmak istemiştim ama babalardan bir girizgah yapayım dedim. Gönül Nikahı benim dinlediğim en iyi arabesk şarkılardan biri. Saydığım diğer iki şarkı da her başladığında, başlamışken sonuna kadar dinlemek isteyeceğiniz tamamlamak isteyeceğiniz şarkılardır.

Gönül Nikahı'nı ben neden çok beğendim? Bir kere tam tipik bir arabesk şarkısı. Girişi, gidişi, sözleri; tam fix bir arabesk şarkı. yoldan geçen bir arabadan anlık olarak duysanız "Ahan'da arabesk dinliyorlar." diyebilirsiniz. Şarkının 3-5 saniyesini duymanız türünün arabesk olduğunu anlamanıza yetecektir. Bunun yanında sözleri "yeter, azap, zulüm, dert, felek, ayrılık acısı, ömür harcadım, ayrılık hasreti ölümden beter" öğelerini içeriyor. Şarkıda şair sevgilisine aşkın günahının olmadığını, öbür tarafta bunun sorulmayacağını, ayrı yaşayamayacaklarını çünkü kendilerinin gönül nikahıyla bağlandıklarını söylüyor. Falan, filan ve de felan.

Bunun yanında yorumlama olarak da Müslüm Gürses'in ses gücü, sesin yükselip alçalması, (müzikle ilgilenenler daha iyi bilir ama oktav atıyor sanırım) şarkıda gelinen yere göre sesinde bir bıkkınlık (şarkının üçüncü kıtası) veya bir sinir hali yükselmesiyle (şarkının ikinci kıtası) ülkedeki en iyi yorumculardan biri olduğunu ve sesinin bahsettiğimiz diğer iki kraldan daha güçlü olduğunu ispatlar bu şarkı. Şu linkten dinleyebilirsiniz. Sözleri de şöyledir:

Her derdi zevk olmuş ağlayanlar var
Dünyanın kavgası susmayanlar var
Hasret içimizde yanar kor olur
Şu bozuk düzeni kurmayanlar var

Sevmeyenin zulmüne sevenin ahı
Sorulmaz mahşerde aşkın günahı
Bizim için değil ayrı yaşamak
Bağlamış ikimizi gönül nikahı

Ne gönül uslanır ne bu dert biter
Yeter artık felek çektiğim yeter
Bir ömür harcadım yari bulmaya
Ayrılık hasreti ölümden beter

Aşka söylenecek hangi söz kaldı
Bu kaçıncı feryat sabrım kalmadı
Doğuştan anlıma yazılan dertsin
Sevmesem katlanmak azap olurdu

Sevmeyenin zulmüne sevenin ahı
Sorulmaz mahşerde aşkın günahı
Bizim için değil ayrı yaşamak
Bağlamış ikimizi gönül nikahı

Ne gönül uslanır ne bu dert biter
Yeter artık felek çektiğim yeter
Bir ömür harcadım yari bulmaya
Ayrılık hasreti ölümden beter

7 Ocak 2011 Cuma

Tutmayınca tutmuyor

Beni çok sevmeyen, benim de kendisini pek sevmediğim; (hatta afedersin zikimde bile olmayan) eski çalıştığım firmalardan birinde çok matah bir yöneticilik yaptığını sanan ama insan idaresi konusunda bir cacıktan anlamayan yöneticim şöyle söylemişti bir seferinde. "Erkeğin imzası kravatıdır, saatidir, kemeridir, ayakkabısıdır." Erkekler iş hayatında gömlek pantolon ceket dışında bir tercihe sahip olmadıklarındaın dediği doğruydu. Çeşitli renklerde ayakkabıların olacak, bunlara uygun kemerlerin, kravatların vs.

İşte siyah pantolon, açık kahverengi kemer - ayakkabı, üstüne bej gömlek ve koyu kahve kravat. Hesapta bir uyum oldu. Siyah ve gri gibi pantolonlarla bu kahverengi ayakkabı - kemer çiftinin çoğu yerde uyduğunu gördüm. Ama işte kemerle ayakkabı aynı renkte diye olay bitti dememek lazım. Aşağıdaki resim Galatasaray'ın yeni stat için dizayn edilmiş formasının dünkü lansmanından alıntı. Ayakkabı - kemer gayet uyumlu, ama genel duruş hiç uyumlu değil. Olmamış. Kahverengi uyumu nasıl olur size pazartesi günü göstereyim, bugün lacivert uyumu yaptım çünkü sevgili dostlar.

6 Ocak 2011 Perşembe

Culio transferi

Colin Kazım Richard'ı transfer etmek gibi, yetişkin bir tosun büyüklüğünde bir b.k yemiş olan Galatasaray'ımın transfer üstadları Culio adında Arjantinli bir oyuncuyu transfer etmişler. Basın forum vs birçok yerde genelde taraftarların burun kıvırdığını rakip takım taraftarlarının da maytap geçtiğini gördüm.

Şimdi güzel kardeşim (Cimbomlulara diyorum), sen geçen sene deli gibi transferler yaptın noldu, Elano, Melano, Keita filan? 7 milyon yüroya aldığın Elano'yu sırf gitsin diye 2,9 milyona sattın. Bu yıl Misimoviç'i aldın naptın? Alman Ligi'nde asist kralı olmuş bir adamı değerlendirebildin mi, yok. Lincoln yıldız değil miydi, bal gibi de yıldızdı. Onu da bir dövmediğin kalmıştı.

Sana gelen yıldızları çok iyi kullanmışsın gibi bir de beğenmiyorsun adamı. 2002'den bu yana naptın Şampiyonlar Ligi'nde? Geçen yıl 6 gol atmış Cluj takımı bu ligde. Culio da 4 asist 1 gol yapmış. 5 gole katkısı var demektir bu. Sen son yıllarda Avrupa'yı göremiyorsun. İki yıldır bu platformda çatır çatır oynayan adamı beğenmiyorsun. Bırak abi ya. Sen Rijkard'ı nasıl kovduğunu hatırla önce, Culio aşağıdaki fotoğraftaki pankartı hazırlatacak kadar sevilen bir adammış Cluj kulübünde.

En son örnek Misimoviç'in sorunları devam ederken, tarihinde bir sürü hayal kırıklığı yaratan, elinde patlamış yıldızın varken. Bir de bunların yanında Simoviç gibi, Mondragon gibi, Prekazi, Stumpf, Falco Götz, Adrian Ilie, Hagi gibi futbolcuların gelip gitmişken neyi beğenmiyorsun arkadaşım.

"Bugüne kadar hep kendi yıldızlarını yaratmışken beklentin nedir sevgili lavuk kardeşim?"

İsmail YK hayranıyım

Basın açıklaması:

Ben çok net bir şekilde İsmail YK hayranıyım. Bunu kabullendim, kabullenmem de çok zor olmadı. Artık daha özgüvenli ve daha rahatım. İlerde hayranlığımın nasıl olduğunu, İsmail YK kişisine hayran olduğu halde bunu kabul etmeyen insancıkların durumunu detaylı yazarım. En sevdiğim fotoğrafını ekliyorum aşağıya.

Yas gevşetici

"Bu aralar hiç tadım yok" derler ya hani "yediğimden içtiğimden birşey anlamıyorum" derler. Son birkaç haftadır ben de o durumdaydım. Böyle ağzımda garip bir tat var. Sanki bütün ağzımın iç yüzeyini vernikle kaplamışlar böyle. Bir enteresan bir durumdu işte.

En belirgin, gözlemleyebildiğim değişiklikler haftanın ilk gününde oldu. Pazartesi günü sabah geçti sandım, saat 11 gibi yine başladı. Akşama doğru yine geçti sandım. Sonra akşam saat 8 gibi yine başladı. Sonra dedim ki "Ya böyle saatinden gelip giden rahatsızlık mı olur?" Derken şunu farkettim ki fıtıtsal ağrılarım sebebiyle aldığım Muscoflex hapının bir yan etkisiydi bu. Sabah kahvaltı akabinde alıyordum birkaç saat sonra yan etki gelip ağzıma oturuyordu, keza akşam da.

Neyse işte, genelde kullanan insanlar memnunlar bu ilacın hapından da kreminden de, ben hapını bıraktım ama.

4 Ocak 2011 Salı

Ayetel Turşi

Sevgili kardeşim Ufuk Yüksel'e gelsin.

Seni seçtim Ciglipaf


Eleman böyle apartman büyüklüğünde bir pokemon seçer, ateş savuran, zırhlı vs vs. Sen de bu Ciglipaf'ı seçersin, başlar şarkı söylemeye, ama öyle bir şarkı ki söyleyince rakibi uyutur. Hep de kazanır.

Teknoloji makaleleri - 1

Daha önce online bir erkek dergisi olan Wingman'de teknoloji ve bilgisayar üzerine birkaç ay makaleler yazmıştım. Bundan sonra ayda en az bir tane bu tatta yazı bulabilcekesiniz blogda sevgili dostlar. Ahan da Wingman'de yayınlanmış ilk yazım:

Merhaba;

Hayatınızın teknolojik akışına yön verecek bu denli muhteşemengiz bir köşenin ilk yazısına böyle kuru bir merhaba pek bir sönük kaldı ama bu kallaviyetteki bir köşeye az, vallahi de az billahi de az. Benim adım Kamil Güğüm, Windows 3.1 kurmaktan gözlerine katarak inmiş, kasa tamir etmekten elleri toynak gibi olmuş, İETT konforunda elinde kasa taşımış o cengaver teknik servis elemanlarının halinden anlarım. Webci için Mozilla, kodcu için CSS, donanımcı için kıl tornavida, sistemci için domain, tostçu için kaşar nedir bilirim. Fatih Terim ayarında gaz verir, Tayyip Erdoğan tadında posta koyar, Deniz Baykal kümbetselliğinde terslik çıkarır, Ali Atıf Bir tadında bir boktan bahsediyormuş triplerine girebilirim. 5.7 litrelik motora sahip Cadillac'ın bile motorunu patlatacak bu muhteşem aragazından sonra, biraz ayaklarım yere basınca ve beynime kan gidince, biraz daha mantıklı düşününce anlıyorum ki gelmeliyim olayın özüne.

Sevgili kardeşler, bu köşede sizinle eski yeni birçok teknolojik konulardan bahsedeceğiz. Yeni çıkacak teknolojilerden de bahsedeceğiz, “ulen ne günlerdi be” de diyeceğiz. Wingman ilerde haftalık (Haddi canım) ve daha ilerde de günlük (Çüşşş) olduğu zaman artık sizlere MCSE Katılım Belgesi filan da dağıtırız.

Bu ilk haftamızda önce yeni bir uygulamadan bahsedeceğiz: Sanallaştırma. Bir de eski oyun grubundan bahsedeceğiz: NEO Game.

SANALLAŞTIRMA UYGULAMALARI

Önemi gitgide artan, kaynak tüketiminde azalma, yedekleme ve felaket kurtarma uygulamalarında kolaylık sağlayan bir yeni düzen olduğu kadar; sağda solda “İşte efenim sanal sunucular hakkında bilgi sahibiyim” dediğinizde havanızdan geçilmemesini sağlayan bir hadisedir.

Eğitim verdiğim bir MCSE, MCITP veya CEH sınıfına anlatıyor olsaydım ve sınıfta beni tartmak isteyen ukala bir öğrencim olsaydı, konuya hakimiyetimi ve vakıfiyetimi göstermek için size şöyle güzel ayrıntılı bir laf salatası yapardım. Ama hem Wingman okuyucusu olan milyarlarca, trilyorlarca, kantrilyornlarca, kenmrilyorlarca insanın hepsi IT uzmanı değil elbet, hem bunu ben de istemiyorum. Hem de derginin bünyesine ters. (Abi açıkçası üslubu tutturamayan uçan tekmeyi yiyor, tırsıyorum ben de esas neden bu. Genel Yayın Yönetmenimiz Aikido biliyor.)

Sanal bilgisayar dediğimiz uygulama nedir? Temelde sizin kuracağınız host (yönetici diyebiliriz) görevini görecek bir programla, mevcut donanımınızın kaynaklarını kullanarak ikinci (üçüncü, dördüncü… vs) bilgisayarları kurmanızdır. Yani yedi yaşındaki yeğenime anlattığım üzerine “Windows içinde Windows kurmanızı sağlayan” hadisedir sanal bilgisayar mevzusu. Bu host dediğim programlar çeşit çeşit olabilir.

Kendi bilgisayarımda VMware programını kuruyorum. (Virtual PC, Virtuozzo gibi programları da kullanabilirdim ama ben VMware’e alışkınım.) Diyorum ki bu programa: Ben yeni bir sanal makine oluşturmak istiyorum. Üç gigabayt olan belleğimin 512 megabaytını kullansın. İşlemcimi paylaşsın, CDROM’umu da bilgisayarımdan paylaşımlı kullansın. Diski şu kadar olsun, falan, filan ve de felan. (Bunların en önemlisi felandır bu arada) Özelliklerini belirledikten sonra da Play – Pause yapar gibi basıyorum başlatma tuşuna basıyorum ve başlıyor sanal makinem çalışmaya. Bakınız iki tane sanal makine kurdum ben ekteki screenshot’ta göreceğiniz üzere.Play tuşuna bastım ve makinem çalışmaya başladı intörnete girebildim bile.

Şimdi bir senaryo üreterek olayın bir avantajından bahsedelim. Osman yirmili yaşlarında bir üniversite öğrencisidir. Bu güzide kardeşimiz laptopunu daha yeni formatlamış ve bu formatlama tüm yan programların kurulumu ve yedek dosyaların geri getirilmesiyle tam 5 saat sürmüştür. Bilgisayarını tekrar formatlamaktansa kendini dağlara vurmayı yeğ tutma kıvamına gelen kardeşimiz bu köşeyi okuduktan sonra hemen bir sanallaştırma host programı kurmuş ve akabinde hemen bir adet sanal XP kurmuştur. Bununla yetinmeyen Kazım kardeşimiz (bundan sonra kardöşamps olarak geçecektir) kurduğu sanal makinenin hemen bir kopyasını almıştır. Bundan sonra her türlü intörnet aktivitesini sanal makine 1 üzerinden yapmış olan kardöşamps, önüne gelen siteye girmiş, her türlü downloadı yapmış, karşısına çıkan her insan evladını mesıncırına (Planlarıma göre önümüzdeki sene Türk mesajlaşma programı Mesincir programını çıkaracağımı da belirteyim bu arada, bu arada logo incir yaprağı olacak tabi ki.) kaydederek sanal makinenin anasını ağlatmıştır. En güçlü antifiriz programını bile kifayetsiz bırakacak kadar patlatan kardöşampsın bu dakikadan sonra tek yapması gereken sanal makineyi kapatmak, ve Belgelerim\My Virtual Machines klasöründen ilgili makinenin klasörünü komple silmesi yetecektir. Sanal makineyi ilk kurduğunda aldığı yedek makineyi çalıştırarak fütursuz internet gezintilerine devam edebilecektir bu güzel insan. Evet sevgili Kazım artık uçuş serbest, senin gibi bir kımıl zararlısı her gün bir sanal makineyi patlatabilir.
Kazım örneğini iş sahasında düşünelim. Bir sunucu makineyi çalışır hale getirmek ne kadar sürer? Exchange server olsun bu. Windows Server, üzerine DNS, Active Directory, bir de Exchange Server kuracağız ve Exchange’in daha önce alınmış bir yedeğinden eski mailleri de kurtaracağız. Sıfırdan böyle bir kurulum en az iki yıl sürer. (Okuyor musunuz yoksa siz de bir Kazım mısınız diye kontrol etmek istedim de.) Böyle bir sunucu makinenin ayağa kalkması iki gün sürebilir. Bu makine çökerse ne olur? İki gününüz daha gider. Peki bu makineyi sanala kursanız kurar kurmaz da 10-20 dakikada kopyasını alsanız ne olur? Bir daha çökmesi halinde iki gün uğraşmadan ikinci sanal makinenizi açarak kaldığınız yerden devam edebilirsiniz.
Gidişat da bu yönde. Bir müşteriye gitmiştik, bir bankanın genel müdürlüğüne. Herkes şık ve prestijli. Sanallaştırma uygulamaları felan yapıyor musunuz dedim ve bunu derken felan diyerek konu hakkında bilgili olduğumu gösterdim. Bu işle uğraşmaktan gözleri pörtlemiş, sakalını kesmemiş olan koskoca bankanın prestijini tek başına sarsan bakımsız Tarzan da dedi ki : “Evet aldık bir tane sunucu, 64 gigabayt bellekli 8 işlemcili. Onun üzerinde sanal makinelerimizi çalıştırıyoruz.” Ben de yemiş görünerek içine düştüğüm şok durumunu kendisine belli etmedim.

Bu örneklere bakarak sanallaştırma uygulamalarının yararlarını şöyle sıralayabiliriz:

• Tarzan örneğinde olduğu gibi firma 8-10 sunucu alacağına bir veya iki sunucu alır ve fiziksel bilgisayar sayısı azalır.
• 8-10 sunucunun çalışması için gereken ortamın hazırlanması ve bakımı 2 sunucunun konumlanacağı yere göre daha masraflı ve uğraştırıcı olur.
• Bir sürü sunucuya girip işlem yapmak yerine tek bir sunucuya bağlanarak işinizi çözebilirsiniz.
• Yeni bir sunucuyu ağınıza ekliyorsunuz. Sanal sunucuyu eklemek basit bir kopyalama işlemiyken, yeni fiziksel bir sunucuyu eklemek ise adamın emdiği sütü burnundan getirebilir.
• Sanal sunucu, donanım bağımsızdır, herhangi bir makinede çalışabilir. Sıradan bir pc’ye de sunucu kurabilirsiniz.
• Daha çevreci bir çözümdür. 10 tane server hayvan gibi soğutma sistemi isteyecektir. Küresel ısınmaya olan katkınız azalacaktır.
• Ekonomik olarak sahipolma maliyeti çok daha azdır. (“Sahip olma maliyeti” sözünü her yerde kullanabilirsiniz, şekil duruyor bir şey dediğiniz intibası yaratmada birebir.)

3 Ocak 2011 Pazartesi

2011 geldi

Yepyeni bir yıl geldi ve ben bu yeni yıla hiçbir mana yüklemedim. Göt olmaktan bıktım çünkü. Bu yıl bunları yapacağım, işyerimde böyle atılımcı olacağım, sosyal hayatımda şöyle katılımcı olacağım, su balesine başlayacağım, tatile yurtdışına gideceğim vs vs. Hiçbir hedefim yok. 2011'e hiçbir şey yüklemedim ben. 2010'da neler yapacaktım halbuki; sayayım diyorum, sonra diyorum ki en iyisi ben saymayayım. (Saymiim okuyoruz ya bunu helal olsun bize be.) Çünkü biliyorum ki saysam hayal kırıklıklarını hatırlayıp daha da üzüleceğim. En iyisi saymamak.

2010 bittiğinden dolayı mutluyum ama, iyi oldu. Kötü bir yıldı benim için, berbattı, son yıllardaki belki de en sönük yılbaşı kutlamasını yaptım bu yıl. Sönükten kastım öyle tv açık aileyle beraber 10'dan geriye sayamadım. Hatta kaçırmışımdır belki yanlış zamanda sevinmişimdir. Beraber girdiğimiz arkadaşlarla "ee noldu yani şimdi" moduna girdik. Dışardan bakıldığında sönük denebilirdi. Ben içimden "Bitti lan" dedim, "Valla bitti, kurtuldum çok şükür" dedim.

2010 yılı hayatım boyunca kendimi en güçsüz hissettiğim dönemdi. Kaynağı elimde olmayan birçok sorunla uğraştım, hiçbirşey doğru gitmedi hayatımda. En önemlisi de ben eskiden olduğu kadar dirayetli olamadım bu yıl. Ama şükür ki bitti.

Çok daha çoşkuyla karşıladığım yıllar oldu, ama sonunda bir cacık çıkmadı. Bu öyle değildi ama, dışardan bakıldığında daha sönük nitelendirilebilecek bir kutlama oldu ama içimde çok daha büyük bir coşkuyla devinimle girdim 2011'e. Öyle büyük büyük beklentilere girmiyorum artık.